Ekonomik istikrarsızlık, pazardaki yoğun rekabet, itibarın zarar görmesi ve kuruluşların veri güvenliğine yönelik tehditler günümüzün değişen dünyasında artık sürekli belirsizlikler olarak görülmektedir. BSI adına The Economist Intelligence Unit tarafından gerçekleştirilen en son araştırma ve sunulan raporda bu etmenler kuruluşların daha dayanıklı olma ihtiyacını yönlendiren en önemli iş riskleri olarak görülmektedir; ancak modern risk yönetimi ve yönetim modelleri, ölçeklenebilir dayanıklılık özelliklerini içermezse, önde gelen kuruluşlar başarısız olabilirler.
2015’te yaşanan, Volkswagen’in emisyon hilesi skandalı ve Toshiba’nın CEO’sunun istifasıyla sonuçlanan 1.2 milyar dolarlık finansal yolsuzluklar gibi olaylar gösterdi ki; güçlü kuruluşlar bile büyük çalkantılara karşı hassas durumdadır. Artan belirsizliklerin ve sürekli değişimlerin yaşandığı günümüz iş dünyasında kuruluşlar uzun süre hayatta kalabilmek ve başarılı olabilmek için, geleneksel risk ve yönetim modellerinin ötesine geçip yerine, organizasyonel dayanıklılığa odaklanmalıdırlar.
Organizasyonel Dayanıklılık bir kuruluşun hayatta kalabilmesi, uzun vadeli güçlüklere karşılık verebilmesi ve sonuçta başarılı olabilmesi için doğal afetler, skandallar veya pazar dinamiklerindeki ciddi değişimleri öngörebilme, bu durumlara hazırlıklı olabilme ve uyum sağlayabilme yeteneğini ifade etmektedir.
Son yıllarda Organizasyonel Dayanıklılık kavramı, kuruluşların azalan ömürlerinin, güvenlik ihtiyaçlarının, zorluklara hazırlıklı olmasının, risklerin ve tüm bunlara rağmen hayatta kalabilme konularının etkin bir şekilde ele alınmasına yönelik pratik bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. İş dünyasında uzun süreli refah nadir görülmekte ve gittikçe azalmaktadır. Örneğin Amerika’daki araştırmalar, kuruluşların S&P 500 listesinde 1958’de 61 yıl kalırken, şimdi bu sürenin ortalama 18 yıla düştüğünü göstermektedir. Günümüzün dinamik ve etkileşimli dünyasında, başka herhangi bir yerde de hikayeler benzerdir.
Organizasyonel Dayanıklılık, kuruluşlara, krizlere müdahale etme yeteneği sağlamakla beraber; kuruluşun iç veya dış sebeplerden dolayı karşılaşabileceği aksamalara maruz kalmasını en aza indirecek şekilde yapılanmasını gerektiren ve işletme becerisi veren daha geniş bir bakış açısına, ‘dayanıklı olmaya’ bağlanabilir. Bu, kuruluşların yalnızca güçlü bir şekilde performans göstermelerine değil, aynı zamanda gelişmelerine de olanak sağlar. Organizasyonel Dayanıklılık kuruluşun sağlıklı ve başarılı olması için daha bütünsel bir bakış açısıyla hayatta kalmanın da ötesine geçmektedir. Dayanıklı bir kuruluş, amacına sadık kalmak için değişen çevreye uyum sağlama bakımından Darvincidir.
Organizasyonel Dayanıklılık savunma amaçlı bir strateji değil, yöneticilere risk alabilecek özgüveni sağlayan olumlu, ileriye dönük bir ‘stratejik destekçi’dir. Sadece bir kez gerçekleşecek bir çalışma değil, zamanla başarılabilecek ve uzun vadeli yapılacak bir eylemdir. Dayanıklı kuruluşlar değişime uyum sağlayabilir ve proaktiftirler – sonuçta zamana yenik düşmemek için yeni fırsatları görebilir, tahmin edebilir, oluşturabilir ve bunlardan faydalanabilirler.
Organizasyonel Dayanıklılık kuruluşun tüm çalışanlarının desteğini ve sorumluluğunu gerektirir. Organizasyonel Dayanıklılık kuruluşun değerleri, davranışları, kültürü ve inançları üzerine kurulmuştur. Bu ‘hassas’ unsurları yönlendiren, kuruluşların bizzat liderleridir. Kuruluşun bir fark yaratabilmesi için açık bir iletişim modeli ve tüm çalışanların gönüllü desteği ile, yukarıdan aşağıya bir yönetim ve aşağıdan yukarıya bir katılım gerekmektedir. Yukarıda ifade edilen dayanıklılık tanımlarının faydalarını kavrayan bir kuruluş, başarılı ve gelişen bir girişimin sürdürülmesi olanağına sahip olacaktır.